26 Mart 2008 Çarşamba

Haliç kıyısında bir İstanbul sefası

"Tarih kokan cumbalı evler diyarında yepyeni bir tesis” Sosyal bir dayanışma anlayışıyla işletilen tesislerin hizmet halkasına yeni eklenen Haliç Sosyal Tesisi, kısa sürede İstanbullular ve yabancı turistlerin uğrak yeri haline geldi.

Balat'ın yapı tarzına uygun olarak dış cephesi ve içinin büyük kısmı ahşap olan, geleneksel Türk mimarisi tarzında yapılan tesis, 220 kişilik toplam kapasitesiyle konukları kalite ve özenle ağırlıyor.

Balat’ın kendine has mimarisini, rengarenk sokaklarını ve eşsiz boğaz manzarasını, Haliç Sosyal Tesisinden seyre dalmak ise ayrı bir zevk.

Hafta sonları ailece kahvaltı edebileceğiniz, doyumsuz manzarası eşliğinde dost sohbetlerinizi yapabileceğiniz bu özel mekan konuklarını zevkle ağırlıyor."
Kaynak: İBB

16 Mart 2008 Pazar

Kabağın Sahibi Vardır Elbet!

Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir.. .
Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
- Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş.Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
'Kabak aşağı, kabak yukarı.' Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar.
Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır.
Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim.
Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!
Hikâye böyle...
Ama hayat da böyle...
Ensemize, kafamıza vurup vurup dalga geçen sahte kabadayıların, kabağın da bir sahibi olduğunu, bu sahibin de en affetmeyeceği şeyin kibir ve kul hakkı yemek olduğunu unutmaya başlayanlar, koltuklarına, makamlarına, rantlarına yapışanlar anlayacaklardır.
er ya da gec....