23 Aralık 2008 Salı
25 Ekim 2008 Cumartesi
Yasaklara Hayır! [Tabi hepsine değil :( ]
Deneme 1.. 2...
Yazım yayınlanıyor değil mi??
:)
25 Eylül 2008 Perşembe
17 Eylül 2008 Çarşamba
...Dondurma...
16 Eylül 2008 Salı
15 Eylül 2008 Pazartesi
...Üsküdar Yolcusu...
14 Eylül 2008 Pazar
...ÇOCUK GÖZÜYLE RAMAZAN...
13 Eylül 2008 Cumartesi
...ŞEKERPARE PARE...
12 Eylül 2008 Cuma
...Yeni ve Cici...
Söylemedi demeyin efendim; bu aralar olumsuz eleştirileri kabul edemiyorum. Tatil bitti ben henüz yeni yeni kendime geliyorum. Bu sene geçen sene kadar durgun geçmemeli bu blog için. Sekeratta felan değil hayırlısıyla hortlayalım arkadaşlar.
3 Eylül 2008 Çarşamba
...Tatilin anlamı...
29 Temmuz 2008 Salı
Hikmet-i Mi'rac nedir?
13 Temmuz 2008 Pazar
20 Haziran 2008 Cuma
..:.Yer Gök İnlesin Bu Sesi Dinlesin.:..
Bir adım daha son dakika golüyle..Türkiye yarı finalde Almanya ile mücadele edecek. Çarşamba günü 21:45' de Basel'de bir tarih daha yazılmalı. Yürekler tekrar ortaya konmalı. Bu takım final oynamalı!
10 Haziran 2008 Salı
..küçük hediyeler-büyük mutluluklar..
İşte hali hazırda ki durumumu layıkiyle anlatan bir biblo, çok sevdiğim bir yakınımdan, ablamdan.
Teşekkürler yeni abla. Geç buldum, çabuk elimden uçurdum seni. Mesafeler uzuyor olsa da aramızda, ne özlemeye fırsat verelim ne özletmeye birbirimizi.
21 Mayıs 2008 Çarşamba
..:.Otoban Gişelerini Özledim.:..
Yaz geldi! Beklenen, özlenen de geldi. Tatil zamanı da geldi :) Ekimden beri İstanbul dışına çıkmamıştım. Bünye alışkın değil henüz kesintisiz İstanbul keşmekeşine. Yok yok İstanbul'a doyum olmaz o ayrı. Zıddıyla bilinir kıymeti.Yokluğu bildirir nimetin kıymetini. Özlemek lazım İstanbul'u da. Bitmek tükenmek bilmeyen yolları özlediğim gibi. Otoban gişelerini özlemek de varmış nasibimizde :) Birkaç fotoğraf ve güzel hatıralarla iki hafta sonra görüşmek dileğiyle..
5 Mayıs 2008 Pazartesi
Kendi Kelimelerime Merhaba
Daha önce yorumlarda bahsi geçmişti evimizin önündeki parkı yıktılar vs. Nasip olursa birgün fotoğrafını yayınlayacağım. Henüz tam bitmedi fakat hızla yapımı devam ediyor.
Ve Ahmet Özhan..
Geçtiğimiz hafta çarşamba günü(30 nisan) CRR'de Ahmet Özhan'ın Kutlu Doğum Konseri vardı. Efendimiz (s.a.v) ile ilgili bestelenmiş ilahilere yer verildi. Ahmet Yesevi'den Aziz Mahmud Hüdai'ye, Adile Sultan'dan Ali Ulvi Kurucuya uzanan mutasavvıfların güftelerine yer verildi. Konser hakkında yorum yapamam kabiliyetim yetmez. Yaşamak lazım orda o atmosferi. Konu Efendimiz olunca herşey bambaşka oluyor. Tebrik ediyorum Konserde emeği geçen herkese. Konsere gitmeme vesile olanlara da ayrıca izin verenlere hatta götürenlere de getirenlere de..
Ve ekliyor Ahmet Özhan:
"Alemlere rahmet olarak yaratılan Efendimiz'in getirdiği nura, açtığı saadet yoluna ve sünneti seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak üzere Kutlu Doğum haftasını vesile ederek, ona yeniden biatimizi, bağlılığımızı tazeliyoruz."
23 Nisan 2008 Çarşamba
17 Nisan 2008 Perşembe
Huysuz nine Sivilay Abla’ya gelen başörtüsü soruları
Bu hafta başörtüsü ile ilgili çok sayıda soru aldım. Kısaltarak buraya koyduğum sorularınıza kısa cevaplar vereceğim. Zira bugünlerde olan bitenler benim de ruh sağlığımı bozdu. Size ne kadar yararlı olacağımı bilemiyorum.
Soru: Türbanlılar neden babaannelerimizin taktığı gibi takmıyor. O zaman bir sorun kalmayacak. (Şebnem Balaban-Aydın)
Cevap: Şebnem kızım güzel söyledin. Örneğin benim torunlarım görücü usulüyle evlenmeyi düşünüyor. Belleri ağrıyınca kupa çektiriyorlar. Yemeklerinde Vita’dan başka yağ kullanmazlar. Ancak ben örtülü olmadığım için başlarını örtme şansları yok. Bu konuda kara kara düşünüyoruz. Başlarını örtmeye karar verirlerse senin babaanneni onlara ödünç verir misin?
Soru: CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, “Türban bizim geleneksel kıyafetimiz değil. Bir Arap üniformasıdır” diyor. Türk kızları neden geleneksel Anadolu giysilerini tercih etmiyor da bu Arap üniformasını giymekte ısrar ediyor? (Ankara Olgunlaşma Enstitüsü son sınıf öğrencisi)
Cevap: Baykal yine çok haklı. Hâlbuki biz sadece geleneksel kıyafetlerimizi giyeriz. Örneğin; blue jean Selçuklu döneminden kalma bir mahalli kıyafetimizdir. Göbek piercingi çok kadim bir şaman ritüelidir. Bildiğimiz tüm geleneksel Anadolu kıyafetlerinde sırt dekoltesi standarttır. Ayrıca bu Arap kıyafetleri Suudi Arabistan'ın Bursa eyaletinde ve Mısır'ın Denizli kentinde dokunuyor. Ben de anlamıyorum niye bu ısrar?
Soru: Üniversitede türbanı serbest bırakan kanun çıkarsa kampüsümüzün ve sınıflarımızın laikliğini korumak için ne yapmalıyız? (Rumuz: Doçent Dr. Kaygılı)
Cevap: Sayın Hocam, türbanlılar takımının hücum oyuncularını durdurmak için önce üniversite nizamiyesinde dokuz kişilik bir baraj kurun. Yine de barajı aşıp sınıfa girenler olacaktır. Örneğin; sınav tarihini değiştirin ama türbanlılara söylemeyi unutuverin! Bir şekilde sınavı öğrenip girenlerin kâğıdını okurken yakın gözlüğünüzü bir türlü bulamayın. Bana ayrılan yer yetmediği için daha fazlasını size bırakıyorum.
Soru: Ben bir üniversite öğrencisiyim. Türbanlılar üniversiteye girerse üzerimde baskı kuracaklar ve beni de kapatacaklar diye çok korkuyorum. Acaba şimdiden ne gibi tedbirler almalıyım? (Çiyse)
Cevap: Sevgili Çiyse, çantanda mutlaka biber gazı bulundurmalısın. Sana yaklaşıp beynini yıkamaya çalışan bir türbanlıyla karşılaştığında yüzüne sıkabilirsin. Tabi bu işi telepatik yollardan da yaptıkları oluyormuş. Tıpkı şofbenden zehirlenenler gibi hiç hissetmiyormuşsun. Bu konuda en tesirli şey bir zikir matik almak, otobüste, metroda, tramvayda, ders aralarında olmak üzere günde 4444 kez “Çiyse laiktir laik kalacak” çekmek.
Dr. Sivilay Abla Ruh ve Sivil Hastalıkları Mütehassısı Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı
• Bu düşünceler, facebook.com’da, başörtüsü tartışmalarının yapıldığı forumlarda, katılımcılar tarafından, başörtüsü yasağını savunanların muhtemel hâlet-i ruhiyelerini tahmin ederek geliştirilmiştir.
26 Mart 2008 Çarşamba
Haliç kıyısında bir İstanbul sefası
Balat'ın yapı tarzına uygun olarak dış cephesi ve içinin büyük kısmı ahşap olan, geleneksel Türk mimarisi tarzında yapılan tesis, 220 kişilik toplam kapasitesiyle konukları kalite ve özenle ağırlıyor.
Balat’ın kendine has mimarisini, rengarenk sokaklarını ve eşsiz boğaz manzarasını, Haliç Sosyal Tesisinden seyre dalmak ise ayrı bir zevk.
Hafta sonları ailece kahvaltı edebileceğiniz, doyumsuz manzarası eşliğinde dost sohbetlerinizi yapabileceğiniz bu özel mekan konuklarını zevkle ağırlıyor."
16 Mart 2008 Pazar
Kabağın Sahibi Vardır Elbet!
Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
- Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş.Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
'Kabak aşağı, kabak yukarı.' Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar.
Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır.
Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim.
Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!
Hikâye böyle...
Ama hayat da böyle...
Ensemize, kafamıza vurup vurup dalga geçen sahte kabadayıların, kabağın da bir sahibi olduğunu, bu sahibin de en affetmeyeceği şeyin kibir ve kul hakkı yemek olduğunu unutmaya başlayanlar, koltuklarına, makamlarına, rantlarına yapışanlar anlayacaklardır.
er ya da gec....
25 Şubat 2008 Pazartesi
Şehadet Makamı
...
19 Şubat 2008 Salı
11 Şubat 2008 Pazartesi
..:.Nane Limon Kabuğu.:..
Eski adamlar doğruyu söylemiş
Bir çiçekle bahar olmaz
Kişi kendini bilip sağa sola sormalı
Can pazarı bu oyun olmaz
Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü........
Pazartesi sendromu mu?
Aa o da ne?
E ben onu hep yaşıyorum ki zaten..
Hava bulutlu..Parçalı bulutlu.. Yağmurlu..Ara ara yağıyor ama. Ne çok ne az. Burdan öyle görünüyor ya da :) Dışarıdakilere sormak lazım. Yok hiç niyetim yok bugün dışarı çıkmaya. Hele bu kadar kuş varken havada. Eminönünde kimsenin oturmadığı banka oturmuştum hani ağacın altında olan :)Kuşlarla dolu ağacın altındaki..O geldi aklıma yine.
Karşımızdaki yeşil alanı, parkı, basketbol sahalarını yıktılar. Ne yapacaklar bilmiyorum, merakla bekliyorum. İş makinaları bir güzel taradı toprağı. Onlarca martı üşüştü toprağa solucan toplamaya..
Eskiden pazar günleri neler yapıldığını düşündüm. TRT1 de Barış Manço'nun programı olurdu. "Yediden Yetmişyediye" Dünyanın dörtbir yanını gezerdi Manço, biz de izlerdik. Bir de "Adam Olacak Çocuk" çıkardı. Kaçan utanan çocukların yanında mikrofonu bırakmayan da olurdu, ağlayanda..Bende çıktım o kürsüye ama bizim evdekine :)
Hadi bir de nane limon kaynatalım tarifine göre, sıcak, dumanı üstünde..
31 Ocak 2008 Perşembe
..:.: Anlık Görevler :.:..
Bir kaç gündür uykusuzluk problemi yaşıyorum. Uyumak için bir formül de geliştirdim kendimce. Zihnimdeki bütün düşünceleri ot süpürgeyle bulut süpürür gibi temizliyorum. Sonra ekrana masmavi bir gökyüzü geliyor. Tabi bu zihinsel dinginliğimi temsil ediyor. Sonra oraya büyük puntolarla şunu yazıyorum defalarca..
UYUMAM LAZIM...
20 Ocak 2008 Pazar
10 Ocak 2008 Perşembe
Lam - Mim - Nun
Sene 2006 aylardan ekim. Arkadaşlarımdan ayrı geçirdiğim iki Ramazanın hasreti var içimde. Ama o sene beraberiz. Belki de son kere.. İftarlar beraber geçiyor en az hafatada iki üç kere. Bize çağırıyorum bir akşam iftara. Anlaşıyoruz. Benden mantı istiyorlar ama bi şartla: "erken gelip hepberaber yapacağız" Tamam diyorum. Alışık olduğumuz bir durum beraber hareket etmek.
Önceki gün akşam uyku tutmuyor beni. Alışmışız sabahlamaya bugün kalıyım evde diyorum misafirim gelecek. Bir yandan da düşünüyorum yarın ya geç gelirlerse, ya yetiştiremezsek..Tedbir olsun ben biraz yapmaya başlayım diyorum gece yarısı. Özene özene minik minik yapıyorum keyifle. Bir yandanda okuyorum içimden olur da kadir gecesine denk gelir diye. Mantı derdine olmayalım Kadirden.
Gece üç sıraları bitiyor mantı bükme işlemi, gücüm, kuvvetim, enerjim..Yapışmasınlar diye fırına koyuyorum mantıları. Hafif kurusun alıcam içinden. Ve yatıyorum..uyuyorum..uyuyorumm.. Pat pat pat kalp çarpıntısıyla uyanıyorum. Yanık kokusu, yoğun duman mutfağın içi. Kapıları pencereleri açıyorum. Mini fırın sararmış duman çıkarmaktan. Mantılar.. Çatalla bakıyorum hala umudum var, kabullenemiyorum belki, belki de uykudan, ama nafile hış sesiyle kül görüntüsü. Hepsi beşinci dereceden yanmış. Uyandırıyorum annemi babamı. Annem mutfağı babam da beni yatıştırmaya çalışıyor. Çok anlamsız geliyor şimdi ama düşündükçe aynı his var içimde. İsyan edecek kimse yok. Çaresiz içerliyorum gözyaşı eşliğinde.
Unutuyorum ertesi gün. Arkadaşlarım, canlarım erken geliyorlar. Güle oynaya gırgır şamata mantı yapıyoruz kaşımız gözümüz unlu unlu. Bakmadıkça aynaya, görmedikçe şişmiş kırmızı gözlerimi ve eksik olmadıkça anne baba şefkati, arkadaş sesleri hatırlamıyorum birdaha o geceyi..
2 - En komik anılarımızdan biri:
Kıbrıstayız o sene. Malum trafik sol şeridden. İlk günler alışmak zor. Çembere soldan gir, sağa dön, öndeki arabanın sağından geç, sokağa dönünce sağını solunu karıştırma..sağım sarımsak solum soğan nerdeyse.
Alıştık bir süre sonra. İşte tehlike alıştığını zannetmekle başlıyor yada. Şehirler arası yolda benzin alıyoruz yolun karşısındaki bir petrol istasyonundan. Ordan çıkıp karşıya yani kendi sol şeridimize geçeceğiz. Çift yol, ortada duracağız. Unuttuğum kural: karşıdan karşıya geçerken önce (Türkiyedeki gibi sola değil) sağa bakmak. Bense soluma bakıp geçtim korna sesi eşliğinde fakat nerden geldiğini anlamadan ve üstüme alınmadan, sarsılmaz kendime duyduğum güvenle.
Efendim oturmuş ailecek televizyon seyrediyoruz vakt-i mazide birgün. Annem, babam, babannem ve ben. Ekranda Şoray. O da uzun yolda. Çaylarımızı içiyoruz bir yandan. Bir yandan yorumluyoruz izlediklerimizi. Yemekler yapılıyor programda. Yöresel mi yöresel. Dumanı üstünde. Kokusu gelecek nerdeyse. Ardından sunucumuz yemeği tadıyor tattırıyor, ballandıra ballandıra anlatıyor ama babannem yavaş yavaş bişeyler diyor. Ne tam içinden söylüyor ne de açıkça. Kulak veriyoruz açılıyor:
3 Ocak 2008 Perşembe
.:.:AŞURE:.:.
Yaklaşık on beş gün sonra Aşure Günü. Bilindiği üzere bizim kültürün bugüne özel yapılan ve aşure tatlısı dediğimiz bir tatlısı var. Biz de Aşure Günü gelmeden aşure tatlısının denemesini yapalım dedik. Ortaya bu güzel manzara çıktı. Aynı güzelliği 15 gün sonra burada değil komşularımızla paylaşmak üzere şimdiden aşure gününüzü tebrik ediyorum.